e-posta: bulentakdag@hotmail.com
Satranç oynamanın, polisiye roman okumanın, sanat yapıtı sayılan sağlam kurgulu filmler izlemenin düşünme edimini geliştirdiği söylenir. İnsan zihni düşünme sürecinde kavramlar arasındaki bağları öyle oluşturur ki bu çok basit ve değersiz bir düşünme zinciri oluşturabildiği gibi, hayranlık duyduğumuz düşünme formları da sergileyebilir. Çok söylenen ve kanıksan “bilgi toplumu” olma savının bir boyutunu düşünme edimindeki aydınlanma oluşturmaktadır diye düşünüyorum. Bu, doğru düşünmenin formlarını keşfetmek ve kullanabilmekten geçiyor elbette.
Düşünme formlarını nasıl öğreniyoruz? İşte bu, tartışma gerektirmeyecek biçimde yanıtladığımız ve çoğu zaman bir zorunluluğun esiri olarak içselleştirdiğimiz bir karşılığa sahip trajik bir sorudur. Sosyalleşme sürecinde ister istemez düşünme formlarını model alarak öğreniyor insanoğlu; yoksa doğuştan getirdiğimiz bir metafizik şablonun olduğunu en azından bilimsel açıdan savunmak olası değildir. Elbette, felsefe tarihinde ontolojik ve epistemolojik düzlemde süregitmiş rasyonalizm ve empirizm tartışması ve diğer taraftan Kantçı sentezin günümüze ulaşan sonuçlarını irdelemek bu yazının boyutlarını aşmaktadır. Ama, özellikle 17. yüzyıldan bu yana gelen “bilgi”yi ve “varlık”ı açıklama sürecinin günümüzde, dünyayı anlama ve yorumlamaya yönelik felsefi ve politik görünümlerini gözardı etmeden ve Antik Ege felsefe kültüründeki karşılıklarını da unutmadan bu yazıda konu edindiğimiz asıl sorunun çerçevesini çizmek gerekir: Doğru düşünme yöntemi nedir?
Doğruluk ve yanlışlık mantığın konusu olarak ele alınan iki kavram olarak bilinir. Ayrıca, bilimsel araştırmanın doğrulama ve yanlışlama ile gerçekleşmesi şeklindeki tartışmayı da 19.yüzyıldan bu yana izliyoruz. Bu kavram çiftinin, bilimsel alandaki görünümü, akılyürütmenin içeriğiyle ilgili olup, bilgisel nitelikli sonuçlar vermesi yönündedir. Buna karşılık, Mantık disiplini açısından doğruluk-yanlışlık kavramlarının, düşünmenin formu ile ilgili olduğu görülmektedir. Bilimde doğru düşünme, nesnesine uygun düşünmedir. Yani, bir düşünce zinciriyle ileri sürdüğünüz sonuç, deneysel alanda karşılık buluyorsa bir “doğruluk”tan sözedilebilir. Mantıkta ise öncüller ile sonuç arasında kurulan bağın çıkarım kurallarına uygunluğu doğruluğu verir. Burada dayanak noktası olan düşünme ilkeleri ise literatürde genellikle dört tür olarak ele alınır: Özdeşlik, çelişmezlik, üçüncünün olanaksızlığı ve yeter-neden ilkeleri. Bu ilkeler bilimsel alana kaydığında yoğun tartışmalara sahne olmaktadır ancak, salt mantık içinde kalındığında insan zihninin düşünme ediminde bu ilkelere aykırı davranmasının bir çelişki yaratacağı söylenegelmiştir. Ancak diyalektik düşünme açısından bu durum doğru mudur ? Yani diyalektik düşünme’nin sözgelimi özdeşlik ilkesi karşısındaki yorumu ne olabilir? “Bir şey neyse odur” şeklinde ifade edilen özdeşlik, diyalektik düşünme bakımından anlamsızdır. Çünkü bir şey aynı anda başka birşeydir, başka birşeyi içinde barındırır, karşıtını içinde taşır. Yaşam ölümü taşır; ölüm de yaşamı... Yaşam, yaşamdır, ölüm de ölüm denilemez. Herşey bir başka şeye dönüşme potansiyelini karşıtlıklar halinde içinde taşır. Hem bilgisel düzlemde hem de mantıksal düzlemde ele alındıkta gerek özdeşlik gerekse çelişmezlik ilkeleri çürür gider. Buna bağlı olarak üçüncünün olanaksızlığı yani “doğru bir yargı ile yanlış yargı arasında üçüncü bir durum olmaz” yargısı ontolojik boyutta bir şey ifade etmediği gibi diyalektik düşünce bakımından da dogmatik bir biçimde ele alınamaz. Sözgelimi Heisenberg’in belirsizlik yasası çelişmezlik ilkesinin ve doğal olarak da özdeşlik ve üçüncünün olanaksızlığının sonudur. Leibniz tarafından mantık alanına eklenen yeter-neden ilkesini ise burada ayrı tutuyorum. Çünkü bu ilkenin diyalektik düşünme yöntemi içinde anlam bulduğu bir gerçektir. Şimdi bu noktada, yalnızca spekülatif düzlemde kalmadığımız, bilimsel deney alanına, varlık alanına geçtiğimiz yönünde bir eleştiri gelirse söylenecek şey şudur: İçi boş bir kavram yoktur. Her kavramın bir neliği vardır ve bu bir yönüyle duyusal alanla olan bağımızı gösterir. Şöyle ki; gerçeklikle ilgili kavramları oluştururken dış dünyadan edindiğimiz verileri kullanıyoruz. “Kanatlı at” kavramını oluştururken dahi öyle. Ancak adsal kavramlar vardır ki onlar da insanlar arasındaki uzlaşıma dayanır. Yani gerçekliği olmayan matematiksel kavramlar ve aşkın kavramlar (zaman, sonsuzluk, Tanrı gibi). Bütün bu söylediklerimizin kısa anlamı şudur: Diyalektik düşünme, mantıksal düşünmenin deneysel alanla (bilimsel düşünmeyle) örtüştürülmesidir.
Kavramları kullanarak düşünüyoruz, kavramları ya deneysel ya da uzlaşımsal biçimde oluşturuyoruz. Yine bu düşünme edimi ile içsel ve dışsal dünyamızın gerçekliğini açıklamaya çalışıyoruz. Düşünme edimini uygularken kullandığımız yöntem, hem öncüller ve sonuç bağıntısında mantık kurallarına uygun, hem de gerçekliğin “teori” ile bir izdüşümünü oluşturması bakımından anlamlı ise doğru bir yolda olunduğundan kuşku duymamak gerekir. Böylece, gerçeğin kendi içindeki ilişkilerini, bağıntılarını anlayabilmek bakımından izlenecek doğru bir düşünme yönteminin olduğunu savlayabiliriz: diyalektik düşünme yöntemi...
Diyalektik düşünmenin köklerini çok eskilerde aramak gerekir. Batı’da Antik Ege kültürü içine; Herakleitos, Parmenides, Zenon, Sokrates, Platon, Aristoteles diyalektiğin farklı formlarını kullanmışlardır. Doğu’da, Taoizm diyalektiğe bir örnek olarak söylenebilir. Yakın tarihte ise Kant’ı, Fichte’yi, Schelling’i, Hegel’i ve Marx’ı bir diyalektik yelpazesi içinde gösterebiliriz. Son ulaşılan noktada diyalektik düşünme nedir ?
Şimdi, temel sayıltı şudur: Doğa ve insan diyalektik yapıdadır; doğanın ve insanın açıklanması diyalektik düşünme ile olasıdır. Diyalektiğin temel ilkelerini şöyle belirtebiliriz:
1. Sosyal ve fiziksel doğada herşey karşıtlıklar halindedir.
2. Evrendeki her olgu birbiriyle bağıntılıdır.
3. Doğadaki ve toplumdaki ilerleme tez-antitez-sentez şeklinde olmaktadır.
4. Herşey bir diğerini yadsıyarak varolur ve nicel birikimler nitel dönüşümlere yol açar.
“Gerçeklik” te varolan bu dört ilişki biçiminin sınırları (ya da özgürlüğü) içinde kalarak gerçekleştirilen bir düşünme edimi ile problem olarak karşımıza çıkan her yeni olguyu açıklamak olası olacaktır.
Şimdi, diyalektik düşünme biçimlerinin ilk örneklerinden birini Sokrates’de görüyoruz. Platon’un Menon diyaloğu bu açıdan tipiktir. Antik Ege felsefesinin erdem arayıcısı olan Sokrates’in kullandığı tartışma yöntemidir diyalektik. Tartışarak doğruya ulaşılmaya çalışılır. Menon diyaloğunda Platon, Sokrates ile bir köleyi karşı karşıya getirir ve Sokrates hiç geometri bilmeyen bu köleye geometri problemi çözdürür. Burada önemli nokta şudur: İnsan dünyaya gelmeden önce ruhu vardır ve tüm “bilgiler” ruhta gizli durumdadır. Ancak bir “doğurtma yöntemi” (maieutike) ile bu bilgiler ruhtan bilince gelirler. İşte, maieutike’nin uygulandığı kavramsal ikna tartışmalarına diyalektik adı verilir.
Platon’un “Menon” diyaloğu Sokrates ile Menon’un konuşmasıyla başlar: “Erdem öğretilebilir mi?” diye sorar Menon, Sokrates’e. Şu yanıt alır: “Bir şeyin ne olduğunu bilmeden, onun nasıl elde edileceğini bilebilir miyiz?” Gerçekten de aranılan şey, yönteminizi seçmede referans olmaktadır. Neyi aradığınızı bilmeden oraya nasıl ulaşacağınızın bir anlamı da olamaz. Menon erdemin ne olduğunu bildiğini söyleyerek çeşitli kategorilerde açıklamaya girişir ve herkes için ayrı bir erdem olduğunu söyleyerek çıkar işin içinden. Sonra, aynı kavramla nitelendirilen farklı şeylerin ortak özünün ne olduğunu tartışmaya başlarlar. Sokrates, Menon’a farklılıkların bir öz’den kaynaklandığını olmayana ergi yoluyla gösterir. Sonra da erdem’in bir tek mi çoğul mu olduğu tartışması başlar ve geometrik benzetmelerle sürer tartışma:
Sokrates: “Daire şekil midir, yoksa bir şekil midir ? diye sorsam şüphesiz bir şekil dersin.”
Menon: “Şüphesiz.”
Sokrates: “Çünkü başka şekiller de var, değil mi?”
Menon: “Evet”
...
Sokrates: “.... o halde hem daireyi, hem doğru çizgiyi, hem eğri çizgiyi içine alan bu şekil dediğin şey nedir ?
Gerçekte, çokluğun ve farklılığın özünün ne olduğu sorusunu açıklama çabasının Antikitenin temel problemlerinden biri olduğunu unutmamak gerekir. Tüm arkhe sorununun özü bu konudur. Yani, görünen tüm bu çeşitliliğin arkasında ve temelinde, değişmeden kalan özün ne olduğu sorununa başlangıçta doğa felsefesi içinde bir yanıt aranmış ve sonra özellikle Sokrates ile birlikte insan kavramıyla ilgisi içinde bir karşılık bulmaya çalışılmıştır.
Metne dönersek, Platon pekçok metninde olduğu gibi “Menon”da da karşılıklı konuşma yoluyla ifade edilen bir üslubu benimser. Burada önemli olan şudur: Konuşmacılardan biri “öyle değil mi? ” tarzında sorular sorar hep ve doğal olarak aldığı yanıtlar “evet” ya da “hayır” olmaktadır. Böylece diyaloğu yönlendiren kişi, konuşmayı ulaştırmak istediği hedefe çok daha kısa sürede varma şansına sahip olmaktadır. Böyle bir yöntem düşünce kıvraklığı, deneyim ya da önceden hazırlanma gerektirir; çünkü ulaşmak istenilen, gösterilmek istenilen şey ile izlediğiniz yöntemin başlangıç noktası arasındaki sürenin uzunluğu ve kısalığı, yöntemin sınırlarını başlangıçta ve süreç içinde ne derecede koruyabildiğinize bağlı olacaktır.
Bugün, Sokratik yöntem denilen ve postmodern eğitim söylemindeki öğretim tekniklerinden en temel olanı oluşturan diyalog yöntemi, Platon ve Sokrates’de ontolojik bir art-alana sahip olmasına karşın, şimdilerdeki eğitimbilimciler ve eğitmenler için pragmatist bir düşündürme ve öğretme yöntemi olarak ele alınmaktadır.
Sonuçta, Sokrates’de maieutike denilen doğurtma yöntemi ile doğru bilgiye ulaşma çabası bir düşünme diyalektiği olarak ele alınmıştır. Bilginin Tanrısal bir şekilde ruhta varolması ve oradan doğurtularak çıkarılması şeklinde işleyen böyle bir akılyürütme formunun gerisinde Platon’un idealizminin olması da ayrıca dikkate değer. Diyalektik düşünme ve dünyayı diyalektik olarak görme, bilginin ve bilimsel araştırmanın somutlaştırılmasında tutulacak en doğru yol ise, diyalektik düşünme tarihinin kilit taşlarından Sokrates’e ve doğal olarak Platon’a hakkını teslim etmek gerekir.
***
Kaynak: Platon, Küçük Diyaloglar, İstanbul: Remzi Kitabevi Yayınları, 1960, ss.215-273.
***
Referans: Akdağ, B. (2010). “Platon’un ‘Menon’ Diyaloğunda Maieutike Yöntemi”, Felsefe Yazın Dergisi, Ankara: Felsefeciler Derneği Yayını, Sayı: 16, s.2-4.